LCB
Burçin Tetik: »Anemin Kaburgası«
Burçin Tetik

Burçin Tetik: »Anemin Kaburgası«

Zur Übersetzung Zum Digital Essay

 

Anemin Kaburgası

Annem uykusunda sayıklıyor. Ameliyattan beri her uyuduğunda aynı şeyi söylüyor rüyasında, “Kimse yok mu?”

Bir saat içinde yüzlerce kez mırıldanıyor çatlamış dudakları arasından. Narkozdan erken uyanıp kendini metal ameliyat sedyesi üzerinde bulduğunda çığlık çığlığa bağırışlarını ameliyathanenin sımsıkı kapalı kapılarının ardından bile duyduk. Karnındaki taze yarık, etlerini birbirine tutan metal zımbalar ve daha yerlerine bile yerleşememiş iç organlarıyla zamansızca uyanıvermiş boş ameliyathanede. Odasına taşınırken başladı “Kimse yok mu?” diye sayıklamaya, sedyesinin yanında “Buradayım,” dediğimi duymaksızın tekrarladı sorusunu. Benim ve hemşirelerin orada olmasının bir önemi yoktu annem için, yalnız kalmıştı. Bir kere gerçekten yalnız kalırsanız sonra o yalnızlık bir ömür yapışır üzerinize. Annem ben kendimi bildim bileli yalnızdı.

Sibel, ben hastanede refakatçi olarak kalırken her gün aradı. Dördüncü günün gecesinde duş alıp biraz uyumak için eve, Sibel’in yanına gittim. Yatağa mis gibi kokan yeni yıkanmış çarşaflar sermiş, çok sevdiğim brokolili makarnadan yapmıştı. Dört gündür hasta bakıcıların işini yapıp idrar dolu torbalar boşaltırken, kan tüplerini hastanenin farklı uçlarındaki binalara götürmek için koştururken, sigarasızlıktan başım çatladığı halde vizite saati yaklaşınca doktorun bir dakikalık teşrifini kaçırma korkusuyla saatlerce odada beklerken bir an bile teklemeyen çelik iradem, Sibel’in bana sarılmasıyla tuzla buz oldu. Lavanta sabunu kokan yatakta Sibel başımı okşarken uyumuşum ağlayarak.

Bazen Sibel’e neden çekildiğimi düşünürüm. Kadınların babalarına benzeyen adamlar aradıklarını iddia edenler, aynı kadınların annelerine benzeyen kadınlarla olduklarını da söyler mi? Murat’tan sonra Sibel’in yanında olmak ailesi boşanınca hafta sonlarını babasının yanında geçirip de kendi evine, annesinin yanına döndüğünde sonsuz bir rahatlama hisseden bir çocuk olmak gibiydi. Babanızla eğlenebilir, kuralların dışına çıkabilir, kahkahalar atabilirdiniz. Ama bir süre sonra yetmez olur bu. İnsan güvende olmak, kendisine bakıldığını hissetmek ister. Herkes için böyle midir bilemem, ama ben Sibel’e annemin yanına döner gibi gittim. Sibel’in içine parmaklarımı ilk soktuğumda rahmin nemli ve karanlık güvenini duydum yeniden. Kırk yaşımda, onlarca erkekten sonra çıktığım yere dönmüştüm işte. Murat olsaydı çarşafları yıkamayı düşünemezdi. Neye ihtiyacım olduğunu anlamaz, brokolili makarnayı, uyku getiren lavanta kokusunu akıl edemezdi.

Ameliyattan sonra beşinci günün sabahında dinlenmiş olarak döndüm hastaneye. Annem hâlâ yatıyordu. Oksijen tüpü odadan çıkarılmıştı artık, serumlar ve vücuttan çıkan muhtelif borularsa yerli yerlerindeydi. Annemin iğneden morarmış elinin üzerine, günde üç kez pansuman isteyen büyük kesiğine baktım. Bir insanın karnı boydan boya yarılıp, içindekilerden bazıları çıkartılıp yarığı yeniden dikildiğinde, o insan nasıl aynı insan olarak kalabiliyordu? Birazı eksilmişti artık, bazı organları almışlar, bazılarını çıkarıp yeniden takmışlardı.

Makine olmak bu kadar kolay mıydı? Açılıp, kapatılıp, parçalarımız değiştikten sonra hayata devam ediyorduk nihayetinde. Uykusunda yine, “Kimse yok mu?” diye sayıkladı biraz. Terden nemlenmiş saçlarını okşadım. Nemli bezle yüzünü, boynunu, omuzlarını sildim. Kimse yok değildi, ben vardım. Öylesine hep vardım ki, artık görünmez olmuştum. Temiz çarşafları, bir tencere brokolili makarnayı, annemin ev arkadaşım sandığı Sibel’i bırakıp gelmiştim ya işte. Yetmiyordum yine de. Anneme hiç yetemedim.

Onuncu günde çıktık hastaneden. Ayrılmadan başhemşire uzun uzun anlattı iğnesini nasıl yapacağımı, dikişlerine her gün nasıl pansuman yapılması gerektiğini. Annemin kızı değil de oğlu olsaydım aynen böyle anlatacak mıydı tüm bunları, diye düşündüm. Yoksa gözleri bir kadın arayacak, karıma mı anlatacaktı önce tentürdiyotu boca edip sonra yukarıdan aşağı bastırarak, metal dikişlere takılmamasına dikkat ederek yarayı sileceğimi? Bir karım olmasaydı, bakıcı tutmamı, eve hemşire çağırmamı söylerdi belki. Oysa benim en birincil görevim annemin kızı olmaktı. Gerekirse onun hemşiresi, doktoru, aşçısı, temizlikçisi, iğnecisi, bakıcısı olacaktım. Annelerin kızları olmak bunu gerektirirdi.

 


 

Burçin Tetik ist eine türkische Schriftstellerin und Journalistin. Sie schreibt hauptsächlich über Frauenrechte, LGBTQ, Sexismus und die Kultur der Unterdrückung. Ihre Geschichte »Eşçip«, die sich mit der von Männern dominierten Familienstruktur in einem Science-Fiction-Rahmen befasst, wurde 2015 mit dem ersten Preis im Science-Fiction-Story-Wettbewerb des türkischen Informatikmagazins ausgezeichnet. Sie ist die erste Frau, die diesen Preis gewonnen hat. Mit ihrer Geschichte »Eine halbe Stunde« gewann sie einen Sonderpreis im Story-Wettbewerb von Kaos GL (2018). Ihr Erzählband »Die Rippe meiner Mutter«, der sich mit den Themen Frau-Sein, LGBTQ+ und Einwanderung beschäftigt, wurde 2020 veröffentlicht. Sie arbeitet als Redakteurin für den YouTube-Kanal +90 der Deutschen Welle.

 

360